VEDA
Zamanın içinde durabilmek. Telaşa kapılıp koşturmadan, umarsızlık edip geride kalmadan zamanın akışına uyum sağlayabilmek. Bir başkasının saçlarını tarayabilmek, tozlanmış pantolonunu usulca çırpabilmek, bir rüyayı bir şiir gibi anlatabilmek. Ağaçların hışırtısını dinleyebilmek için hala bir zaman, bir gün, bir saat, bir an varken, o an tüm benliğinle orada olup bunu duyumsayabilmek.
Aleksandr Sokurov’un Ana ve Oğul filmi, zamanla böylesi bir temas edişe şahit kılıyor izleyiciyi. Film ağır hasta olan anneyle oğlunun son günlerini geçirdikleri bir dağ kulübesinde açılıyor ve iki vedanın yollarında ağır ağır akıyor. Artık yaşama dair bir mecali bulunmayan annenin dünyayla vedalaşması şimdilerde çok uzak olan bir olguyu duyumsatıyor bize. Hasta başı monitörlerinin bip bip sesleri yerine ormanın kuşlarını duyarak, beyaz ışıkların vurduğu fayanslarda değil patikalarda gezerek, medikal kokuları değil yağmur ve toprağın bir araya geldiğinde beliren esansı koklayarak ve hasta bakıcıların maaşları ölçüsünde açılan kollarında değil, Mesih’in kollarında ölümün gerçek trajedisiyle buluşmanın iklimini...
Evet. Anne için oğul, hep kurtarıcı bir Mesih’tir. Yorgun düşülmüş bir ömrün sonunda bulunabilecek en iyi yol arkadaşıdır üstelik. Bir korkunun panzehri, bir yolculuğun vuslatıdır. Çünkü oğul için de anne, rahminden çıktığı ve merhametiyle hayata tutunduğu bir yarı Tanrıdır. Oğulun annesiyle, yani var olan dünyayı tanıdığı o pencereyle vedalaşması bir yitimin en dönülmez biçimlerinden biridir.
Durağanlık, rüya ile hakikat arasındaki bulanıklık, her biri tablo gibi olan sahnelerle film, bir kelebeğin tırtıla doğru ıstırabını ve tüm sıcaklığıyla ölümü kaburgalarımıza yaslıyor.
İyi seyirler dilerim.
Fatih Yerli
Comentários