"Hayata iz bırakmak" tabiri bilinen ama en çok ıskalanan tabirlerden biridir. Nice insan doğar, büyür, yaşar ve sonunda ölür de varlığından kimsenin haberi olmaz. Oysa ki yaşadığı her bir gün için heybesine bir çakıl tanesi koymuş olsaydı sonunda yükünü taşımaya ne heybesinin ne kendisinin ne de yaşadığı sokağın sakinlerinin gücü yeterdi. Bu çok basit ama bir o kadar da gerçekçi emsaldir.
İzlediğim en ilham verici filmlerden biri oldu "Kusursuz Saray". Filmin gerçek bir hayat hikayesinden alınması ve bu sarayın halihazırda ziyaret edilebilir olması beni ayrıca etkiledi.
Film, Fransız yapımı. 19. Yüzyılın sonlarında başlayan hikaye, 20.yüzyılın başlarında son buluyor. Zihinsel olarak yarı engelli sayılabilecek ancak bedenen güçlü kuvvetli olan postacı Ferdinand Cheval, biricik kızından ve içindeki cevherden ilham alarak hem de hiç mimarlık eğitimi almadan, 33 yıl boyunca posta dağıtım istikameti boyunca çevreden topladığı tuhaf şekilli kayalar ve çakıl taşlarıyla bir saray inşa eder. Yavaş yavaş, tasarlaya tasarlaya... Kimin ne dediğini umursamadan, bıkmadan, usanmadan, yeise kapılmadan 33 yılını bir esere sunmak, tarifsiz bir azim ister. Hele hele örneği olamayan; yani sonunda ortaya nasıl bir şey çıkacağı kesin olmayan şey için bu azmi gösterebilmek ancak bir deli işi olabilirdi!
Cheval için ilhamın kaynağı kuşkusuz çok sevdiği ama genç yaşta vefat eden güzel kızı olmuştu. Ancak kızına olan sevgisini kusursuz bir saray yapmaya yönlendiren şey; çok daha önceleri posta pullarında gördüğü çeşitli mimari yapılardı. Mısır piramitleri gibi, Maya tapınakları gibi, Uzak Asya'nın sarayları gibi. Ve sonunda ortaya çıkan eser hepsinden özel, hepsinden zengin, hepsinden manidar... Tek kelimeyle muhteşem.
Gözü açık, gönlü açık, bileği kuvvetli bir adamdı Cheval. İlham da işte böylelere aşıktır.
İlhamınız bol olsun ama önce gözler gönüller açılsın lütfen... Zira yapılacak sayısız saray bizi bekliyor.
DİLEK BUZ
Comentarios