The Promised Land (Bastarden) | 2023 | Film Yorumu
- Mehmet Fatih Algül
- 5 May 2024
- 3 dakikada okunur
“Kralın mülkünü inşa mı etmeli yoksa ıslah mı?”

Islah ile zulüm arasındaki ince çizgiyi ortaya koyan mesajı kuvvetli bir film. Islah iddiası ile zulmün nasıl işlediğini mülkiyet ve medeniyet ekseninde özetleyen bir yapıt…

The Promised Land, hayat boyu süren hayalinin peşinden koşan Ludvig Kahlen'in hikayesini konu ediyor. 1700'lerin ortalarında, Danimarka Kralı V. Frederik, Jutland'ın vahşi fundalığının evcilleştirilmesi, ekilmesi ve kolonileştirilmesi gerektiğini, böylece uygarlığın yayılabileceğini ve kraliyet ailesi için yeni vergilerin üretilebileceğini ilan eder. Ancak, hiç kimse kralın buyruğuna uymaya cesaret edemez. 1755 yazının sonlarında, Ludvig von Kahlen adlı yalnız bir asker, hayalinin peşinden koşmaya, kendisine zenginlik ve onur getirmesini umarak fundalığa gitmeye karar verir.
Yüzbaşı Kahlen'e bu kararından vazgeçmesi için soyluluk, mülkiyet ve hizmetçiler (köleler) vaat edilmesine rağmen “ilk kan” dökülür. İlginçtir ki yüzbaşıya saldıran ve ölen çingene ile yüzbaşı arasındaki kavga da bir meta hırsı nedeniyle çıkar. Bir anlamda yüzbaşının ilk mülkiyet arzusu kendisine kin ve düşmanlığı çeker ve başlangıç da kanla olur. Yüzbaşının ıslah iddiası ile girdiği yolda emek temininde dahi sömürü mekanizması “kurallar” gereği işletiliyor ve kaçak bir köle çiftin çaresizliğinden katı bir duruşla faydalanarak süreci devam ettiriyor.

Bölgenin güçlü derebeyi Hald’ın oğlu De Schinkel. Yüzbaşının De Schinkel’in malikanesini ziyaretinde karşılaştığı zapt edilmiş köpek tabloları ve Hald’ın oğluna vasiyetinde, insan kontrolü altına alınmış sinmiş ya da sahibi adına saldırıya hazır köpek tablolarının hiçbir şekilde kaldırılmamasını vasiyet ediyor. Varis De Schinkel de bir aşama daha ileriye gidip vahşi doğaya hükmettiğini resmeden vahşi bir ayıyı avladığı görüntüsünü tablolaştırma derdinde, yani devraldığı mirası işletmeye devam ediyor.
Yüzbaşı ile De Schinkel’in ilk görüşmesindeki diyalog ise filmin özeti niteliğinde...
De Schinkel aslında güçlü bir farkındalığa sahip ve yüzbaşı ile görüşmesinde aslında önce babasının sonra da kendisinin düştüğü günahı tekrarlamaması için yüzbaşıyı acımasızca uyarıyor: “Bozkır bütün ihtişamıyla Tanrının doğasıdır, vahşi bir hayvanı neden hadım edesin ki?” diyerek yüzbaşıya olayı özetliyor. Yüzbaşının verdiği cevapla da insan denen varlığın yanılgısı ve dünya hayatının insan için özeti tamamlanıyor: “Tanrı insanları dünyaya medeniyet kurmaları için göndermedi mi?”

Evet medeniyet insanın mülkiyet iddiası ve mülkiyeti inşası ile başladı. Diyaloğun devamında De Schinkel “Tanrı kaostur” diyerek insanın onmaz heves ve dürtülerinin esasen çok bir şeyi değiştiremeyeceğini, boşuna debelenmemesi gerektiğini yüzbaşıya söylüyor. Aslında De Schinkel iç dünyasında kendisine de söyleyip neticeyi tecrübe etmesine rağmen içinden çıkamayışını, vazgeçemeyişini de anlıyoruz burada. Kendi varoluş prensipleri içinde akan medenileşmemiş (insanın kötücül iradesi dahil olmamış) tabiatı, evreni kontrol altına alma (kalıcı iktidar) hevesi ve dürtüsü insanın en temel çıkmazı, zulüm ve kötülüklerin başlangıcı aslında. Yolun başındaki yüzbaşı, daha tecrübeli (ikinci kuşak) De Schinkel tarafından açıkça uyarılmasına rağmen verdiği cevap insanın cüretini ve bahsi geçen önüne geçmesi zor dürtüsünü ortaya koyuyor: “savaşta kaosu kontrol edebilen galip gelendir” yanılsamasını bir anda ifade ediyor. İlerleyen süreçte görünürde savaşı kazanıyor görünen Yüzbaşı esasen savaşı kaybettiğini anladığında ise uğruna ömrünü harcadığı soyluluk ünvanını, mülkünü terk edip esasen en başta kendisine zulmettiği gerçekliği ile yüzleşiyor.
De Schinkel, yüzbaşıdan farklı olarak babasının günahının da varisidir. Varisi olduğu ağır günaha yenilerini eklemeyi tercih ediyor. Yüzbaşı gerçeklikle yüzleştiğinde vazgeçebilecek düzeyde batmış olmasına ve hatasından dönebilmesine karşın De Schinkel’in bu şansı olmuyor. De Schinkel kendi tercihleriyle ve bilinçli olarak ihlal ettiği günahında ısrarcı olarak o aşamayı çoktan geçmiş olduğundan hazin sona mahkum oluyor.
Bu arada peder karakterinin duruşunu ve tavır koyduğu anı da filmde kaçırmamanızı öneririm.

Hepimiz bu serencamın içindeyiz. Kendi iç tutarlılığımız ile doğru kabul ettiğimiz eylemlerimiz ve duruşumuzu her an denetlemeliyiz. Kendimizi temize çıkarmışken, şeytanlaştırdığımız bir zalimden farkımız kalmayabileceği gerçeğini gözden ırak tutmamalıyız. Üstelik öğüt bazen bu zalimden bile gelebilir.
Yine emek vermeden elimizde tuttuklarımıza bu filmden sonra bir kez daha bakmalı. Mülkiyet güç ve kalıcı iktidara karşı insan olarak zafiyetimizin en önce kendimize karşı nasıl zulme dönüştüğünü gözlemlemeliyiz.
İyi seyirler dilerim
Av. Mehmet Fatih Algül
Comments