Kişinin, daha doğmadan nasıl bir hayat yaşayacağının Tanrı tarafından tayin edildiğini ve bunun alın yazısı olarak yazıldığını savunan görüşe “kadercilik/cebriyye/fatalizm” denir. Bu bakış açısının birçok dinde ve kültürde önemli bir yeri vardır.
“Sana verilene razı ol ve fazlasını isteme, isyan etme, farklı arayışlara girme, halini kabullen, suçunu sahiplenme, kendini temize çıkar, sorumluluk almaktan kurtul” demenin farklı bir yoludur kadercilik. Ne zaman irade ve sorumluluk beklense kadercilerden, ansızın kaçarlar ve sebebini kadere bağlarlar. Öyle ya, kudretli yaratıcının "ol" dediği olur; "olmasın" dediği olmaz. Bu durumda fanilere takdir edileni yaşamak düşer, diye bakarlar olaya.
Aslında kaderci bakış yalanlara kılıftır, uydurmadır, anlamsızdır. Din kaynakları da, bilim de, tarih de böyle bir bakış açısını sahiplenmez, bilakis eleştirirler. Zira kaderci anlayış, insan iradesini yöneten ve bundan çıkar elde eden bazı güç odaklarının son derece işine gelir. İşine gelmeyen tek makam sahibi ise; Allah’tır. Zira O; kullarını özgür irade ile yarattığını, dolayısıyla yaptıklarından sorumlu olduklarını söyler. Kadercilik sorgulamamayı, boyun eğmeyi ve tabi olmayı; Allah ise ısrarla düşünmeyi, anlamayı, sorgulamayı, harekete geçmeyi ve doğru yolda mücadele etmeyi ister.
Yeryüzünde sermaye gerektirmeyen en büyük iş; düşünmektir. Bu meleke ile yaratılan onca insan içinde, düşünebilme zenginliğini gereği gibi sarf edebilen kişi o kadar azdır ki... İnsanların çoğu, gerektiğinde bile bu hazineye başvurmayı düşünemezler. Bu nedenle insanlar, maalesef, en temel hak ve sorumluluklarını bilmeden, öğrenemeden yaşar ve ölürler. Güçlülerin yönettiği, kurnazların aldattığı, vahşilerin zulmettiği, sinsilerin zehirlediği, masum görünenlerin hastalık yaydığı; her alanda orman kanunlarının hâkim olduğu bir dünya düzeni işler durur.
Gerçek kader, en acı hükmünü tarihe keser. Savaş, açlık, iklim değişikliği, kirlenen tabiat ve kaybolan ormanlar, nesli tükenen hayvanlar, kimyasal ilaçlar, zindanlar, darbeler, aşklar, sömürgeci devletler, bombalar… İnsan dünyasının en yoğun gündemini bu kavramlar işgal eder. İnsana yakışmayan ne varsa adeta kaderi olur tarihin. Ve bütün bunlar, insanlık için irade koyamayanların yenilgisinin sonucudur.
Böylece, yenilenler yazılanı oynarken; kazananlar yazmaya devam eder. Kader işte böyle yazılır...
Ortalama ömrün kırk yılı geçemediği Afrika ülkeleri var. İkinci sınıf insan olarak yaşamak zorunda bırakılan etnik ve dini topluluklar var. Sadece açlığını bastırabilmek ve sigortalı olabilmek için bütün bir hayatı teslim alınan milyonlar var. Katilleri de, maktulleri de kader kurbanı sananlar var.
Bir bakıma bunların hepsi gerçekten birer kader kurbanıdır. Ancak bu kader, Tanrının seçtiği değil; zihin ve beden ticareti yapan köle tacirlerinin yazdığı, kurbanların da teslim olduğu kaderdir.
Oysa bir kere akletse insan, sorgulasa hayatı ve ölümü, irade koysa tercihlerine, ne çok şeyin değiştiğini görecek. İşte o zaman gerçek manada dürüst ve özgür olacak. Kimseyi suçlamayacak ve sonunda ortada suç bile kalmayacak.
Peki, bu durumda günahlarını kime yıkacak insan???
Yok, yok... Bu pek gerçekçi görünmüyor. Herkes biliyor ve hatta kamyon kasalarında bile yazıyor;
“YAZILANI YAŞAMAYA DEVAM”
Malumun ilanı tam olarak işte budur.
Dilek Buz
Comments